GÖNÜLLÜLÜK DEĞİL ZORUNLULUK
Eğitim gönül işidir, eğitim kocaman bir yüreğe ve sevgiyle çarpan bir kalbe sahip olabilmektir denir ya hani, işini severek yapabilmek, bu aziz coğrafyanın her bir köşesinde elinden gelenin de fazlasını yapmaya çalışabilmek… Buraya kadar söylenen her şey harfiyen doğru fakat bir de her meslekte olduğu gibi bu mesleğin de bazı gerçekleri var. Öğrencilik yıllarındaki öğretmenlik aşkı, öğretmenlik tutkusu, mesleğe başlayabilme arzusu gerçekten de çok güzel duygular, fakat önümüzde aşmamız gereken bir sınav var. Ne yazık ki yetmiyor istemek arzulamak, bu mesleğe gönül vermek. Çalışmak, sınava hazırlanmak ve neticesinde vatan coğrafyasında payımıza düşen göreve sıkı sıkıya sarılmak gerek. Mesleğin ilk yılları heyecanla ve bir şeyleri başarabilme arzusuyla dolu oluyor hep. İnsan inandığı değerler uğruna çalışabilmek, gönül verdiği duyguları ortak çatı altında paylaşabilmek istiyor. Fakat günümüz Türkiye’sinde bu pek mümkün görünmüyor. Görevin ilk gününden itibaren adı sendikacı kendisi ise bukalemun diye tabir ettiğimiz insanlar, maalesef öğretmenlerimizin çevresini sarıyorlar. Önceleri çeşitli bahanelerle, kendi tabirleriyle gönüllü üye, ama gerçekte zorunlu üye olarak birçok öğretmen arkadaşımızı sendikalarına üye yaptılar. Ellerinde öğretmenlere ait üye formlarıyla dolaşıp, defalarca kez gelip, en sonunda hazırda bulundurdukları formları imzalatarak zorunlu üyelik sürecini başlatıyorlardı. Şimdilerde ise aday memurlara yönelik gündemde olan sözlü mülakat süreci tabiri caizse bu insanların ekmeğine yağ sürmüş durumda. Aday memurlar, sözlü mülakat süreci hatırlatılarak üye yapılmaya zorlanmaktadır. Ve bunun neticesinde birçok aday öğretmen ya baskılara dayanamayıp üye olmakta, ya da adaylık sürecinde kendi fikir paydaşlarıyla birlikte olmaktan çekinmektedir. Sendikacılık zorunlu üyelerinizle sayı artırma yarışına girmek, ya da “mühür kimdeyse Süleyman odur.” anlayışıyla hareket etmek değildir. Bırakın da bu ülkenin geleceğini inşa eden öğretmenlerimiz kendi düşüncelerini paylaşabilme ve gönül birliği yapığı insanlarla bir arada olabilme hürriyetine sahip olabilsinler. Bırakında artık öğretmenlerimiz zorunlu değil gönüllü üye olabilsinler. Bırakında öğretmenler çıkar peşinde koşan değil, düşüncelerinin ve vicdanının sesine kulak verebilen özgür insanlar olabilsinler.
Tüm bunların konuşuluyor olması bile her ne kadar acı verici olsa da, sözlerimi şu dizelerle noktalamak istiyorum:
Etrafını saran çamurlara bakıp, ümitsizliğe düşmezsen
Yıllar sonra dahi olsa, etrafına saçtığın tohumlarla
Her yanının gülşene döneceği bir günü
Ümit ve güvenle bekleyebilirsin.
Mehmet Alperen YALÇIN