Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u Rahmetle Anıyoruz.

Paylaşmak İster misiniz?

Share on facebook
Facebook'ta Paylaş
Share on twitter
Twitter'da Paylaş

Yorum Yapabilirsiniz

 

Türk ulusunun milli ve manevi duygularını Türkçe’nin billur süzgecinden geçirerek haykıran büyük Türk bülbülü , İstiklâl Marşımızın Şâiri Mehmet Âkif, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Tahir Efendi, Fatih müderrislerindendi. Annesi Emine Şerife Hanım, Buharalı bir ailenin kızıydı. Âkif, ahlâkı ve inancı sağlam bir ailenin çocuğu olarak, aynı özellikleri taşıyan bir çevrede yetişti.

Âkif, kitap ve defterle henüz dört yaşındayken tanıştı. Resmî öğrenimine ise Fatih İptida Mektebinde başladı. Bu okuldan sonra, Fatih Merkez Rüşdiyesi’ne (ortaokul) devam etti.
Rüştiye tahsili boyunca, babasından bilhassa dil dersleri aldı. Arapça, Farsça ve Fransızca’yı edebiyatıyla beraber anlamaya başladı. Şiir sevgisi ve merakı da bu sıralarda uyandı.

Rüştiye’den sonra Mülkiye’ye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) geçti. Mülkiye, o devrin en parlak öğrenim kurumu sayılıyordu. Âkif, Mülkiye’de okurken” Benim hem babam hem hocamdır, ne öğrendimse ondan öğrendim” dediği babasını kaybetti. Ayrıca evleri de bir yangında yok oldu. Çocuk yaşda ailenin geçimini üstlenmek zorunda kalan Akif maddî imkânsızlık yüzünden bu okulu yarıda bırakmak zorunda kaldı. Ancak

“Âtiyi karanlıkta görüp azmi bırakmak

Bilmem ölüm var mıdır bundan daha alçak”

Mısralarının sahibi Mehmet Âkif, azmi bırakmadı. Baytar (Veteriner) okuluna kaydoldu. Bu yeni okulun mezunlarına daha iyi iş imkânları tanınıyordu. Baytar okulunu birincilikle bitirdi. Dört sene kadar Anadolu, Balkanlar, Arabistan ve Arnavutluk’ta dolaştı, mesleğiyle ilgili inceleme ve araştırmalarda bulundu. Gezdiği yerlerde halkla sıcak bir kaynaşma sağladı.

İstanbul’a döndüğü zaman, Halkalı Ziraat Okulu’nda kitabet (kompozisyon), Üniversite’de edebiyat dersleri verdi. Ayrıca Dârü’l-Edeb isimli okulda da öğretmenlik yaptı.

Akif’in yaşadığı dönemde Türk tarihi her bakımdan sancılı bir dönemdedir. Osmanlı İmparatorluğu parçalanmak üzeredir. Akif Kurtuluşu İslam birliğinde görür: Milliyetçilik fikrine “ Azınlıkları birbirine düşürür, ve imparatorluğu parçalar” gerekçesiyle karşı çıkar. Ancak İmparatorluktaki Müslüman ırkların bizden kopması, Arnavut isyanı , Arapların Cihan Harbinde bize karşı İngilizlere yanaşması sonucu Akif de anlar ki İslam birliği de Turancılık kadar uzak bir hayaldir

Mehmed Âkif artık yalnız İslam kahramanı değil vatan ve millet sevdalısıdır da. Halkı basın yoluyla aydınlatma amacıyla “Müdafa – i Milliye” heyeti yayın şubesine üye seçilince Darulfünundaki öğretmenlikten ayrılmaya zorlanır.

1917’de “Teşkilat –ı Mahsusa’nın verdiği bir görevle Mısır ve Arabistan’a gönderilir. Aklı vatanında ve özellikle Çanakkale’dedir. Çanakkale zaferinin kazanıldığını da orada öğrenir, önce sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlar, sonra Mehmetçiğin kahramanlık ve vatan sevgisinin gücünü Türkçe’nin eşsiz güzelliği ile abideleştiren “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirini yazar.

1919’da Yunanlılar İzmire asker çıkarınca Akif artık yerinde duramaz olur. Ayvalık ve Balıkesirde başlayan mukavemet harekatının büyüyeceğine inanarak “ İşte zafer yolu bu” deyip Balıkesir’e gider. Zağnos Paşa camisinde toplanan halka bağımsızlık için mücadele gerektiğini anlatan hutbesini okur.

İstanbul’a dönünce “Sebul – ur Reşat” dergisinde milli mücadele ruhunu tüm yurda yaymak için yazılar yazar. Önce Ferit Paşa hükümeti ve İngilizlerden tepki görür sonra Şeyhülislam tarafından “İsyancı” ilan edilince, artık İstanbul’da kalamayacağını anlayarak Ankara’ya gider.

“Niyetimiz Anadolu ve diğer cihetlerdeki düşmanı denize dökmek ve Sevr paçavrasını parçalamaktır” dediği Kastamonu hutbesini okur. Konya’da başlayan isyanı bastırmada görev alır.

“Tefrika girmezse bir memlekete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”

Mısralarıyla ümitsizliğe kapılan halkın milli mücadele çemberi etrafında toplanmasını sağlamaya çalışır. Bursa’nın Yunanlılarca işgal haberini alınca

“Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!”

diyerek kendini kahrettiği “Bülbül” şiirini yazar.

“Asımın nesli dedik ya nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek “

dediği asımlar cephelerde düşmanı adım adım geri püskürtüyordu. Ankara hükümeti bu mücadelenin büyüklüğünü anlatacak onu geleceğe taşıyacak bir Milli Marş Şiiri yazma yarışması açınca Akif önce “Benim milletime satacak malım yok “ diyerek ödüllü olan bu yarışmaya katılmadı, ancak devrin maarif vekili ödül olarak verilecek paranın orduya ait bir vakfa bırakılacağını vaat edince İstiklal Marşımızı kaleme aldı ve 12 Mart 1921’de marş oybirliği ile kabul edildi

Cumhuriyet sonrası açılan ilk büyük millet meclisine Burdur millet vekili olarak giren Akif bazı şeylerin gönlünce olmadığını görünce sonraki seçimlerde aday olmadı. Artık ne bir evi ne de bir maaşı vardı.

Kendini sanatına verdi ömrü boyunca çalıştı, çabaladı, mücadele etti. Dinlenmeden, yorulmadan İman ve Vatan sevgisiyle coştu, çevresindekileri de çoşturdu. O’nun şiirinde şahsî dertleri, özel meseleleri yoktur. Hep umumî olan dertlerle dertlenmiş, milletinin duygu, düşünce ve problemlerine tercüman olmaya çalışmıştır.

Ömrünün sonuna doğru geçim sıkıntısı arttı.

Arap Birliği sekreteri Kahire’de Cami-ül Mısırrıyye Üniversitesinde Türkçe Dersleri okutmasını teklif edince Mısır’a gitti fakat orada bir gün bile mutlu olmadı 1935’te sıtmaya yakalandı. Hastalık siroza dönüşünce yad ellerde ölmekten korkarak özlediği yurduna döndü. Bir yıl sonra 27 Aralık 1936’da hayata gözlerini yumdu.

Milli Şairimiz, Abide şahsiyet Mehmet Akif  Ersoy’u ebediyete intikalinin 82. yılında saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önce LİYAKAT, sonra HAK..!

GİRİŞ YAP